Allah bize yeter
Hani zaman zaman deriz, “Allah biliyor’ya” tabi bu sözler çoğu zaman laf olsun diye söylenir. Onun için bende başta olmak üzere Allah’a ne kadar kulluk ediyoruz? Vatanıız, devletimiz, bayrağımız ve toprağımız bizim için bir vatan toprağıdır. O olmazsa yaşamın hiç bir değeri olmaz. İşin birde manevi tarafı olması lazım. Dünya için ne gerekiyorsa yapıp, biri iki, ikiyi üç yapmak için hayatımızı ortaya koyuyoruz ama ebedi istrahat yerimiz olan kabre ne tür çalışıp gayret ediyoruz? Ali İmran süresinin 173 ayetin mealindeki gibi der düşünürüz de, buna ne kadar uyarız. Ayetin meali:
“Onlar öyle kimselerdir ki, insanlar onlara ‘Düşman size karşı büyük bir kuvvet topladı; onlardan korkun’ dedikleri zaman, onların imanı ziyadeleşti ve ‘Allah bize yeter, O ne güzel vekildir’ dediler.”
Allah bize vekilse o bize ne kadar yetiyor? Bir dostum Cuma günü, “ara sıra dokunduruyorsun, kızıyorsun” dedi. Allah şahidim kimseye dokunsun diye yazmıyorum, kızmıyorumda. Asıl başta ben olmak üzere, önce kendime diyorum. Allah’a ne kadar kulluk ediyoruz, ne kadar emir ve nehilerine itaat ediyoruz diye kendimi hesaba çekiyorum. Asıl kendi kendimle hesaplaşıyorum.
İbadetlerimiz ne durumda, enun emir ve yasaklarına ne kadar uyuyoruz düşüncesindeyim. Hele şu son üç beş ay içinde biraz daha kendimi Rabbıma yakınlaştırmak için hesaplaşıyorum. Gerçekten Allah’a ne kadar kulluk ediyoruz diye hesaplaşıyorum. Ama Rabbım bizden menmunsa kulunun hiç bir önemi yoktur.
Yüce dinimizi yaşıyormuyuz, yoksa laf olsun diye mi onu savunuyoruz. İnanın laf olsun diye konuşuyoruz. İnanıyorsak inandığımız gibi yaşamalıyız. Bir dakika sonrasına garantimiz olmayan şu yalan dünyada bu dünya için çırpınıp durduğumuz kadar, ahiretimiz için ne yapıyoruz. O çırpınmanın yarısını kabir için gayret edebiliyormuyuz?
Evet dünyayı boşlamıyacağız, ama onun kadar da ahiretimize hazırlanmalıyız. Biriktiriyor, yığıyorsun, ama bir gün onuda yiyemeden göçüp gidiyoruz. Dünyalık için, makam ve mevki için birbirimizi kırıp dökmüyormuyuz? Dünyalık ve menfaat için iki müslüman birbirne düşman olmuyor mu?
Zaman su gibi akıp geçiyor. Bir de bakmışız ki ömrümüzün çoğu geçip gitmiş. Yarına çıkmaya kimsenin garantisi yok, lâkin yüzümüzde yaşlılığın bir çok alameti görünmüş durumda. Bunların hepsi ölümü ve ahiret yolculuğunu hatırlatıyor.
Bediüzzaman, zamanın süratle akmasını şöyle ifade ediyor: “Eyvah! Aldandık. Şu hayat-ı dünyeviyeyi sabit zannettik. O zan sebebiyle bütün bütün zâyi ettik. Evet, şu güzerân-ı hayat, bir uykudur; bir rüyâ gibi geçti. Şu temelsiz ömür dahi, bir rüzgâr gibi uçar gider.”
Karamsar değilim,aslında karamsarlık bakışı dinsizlere ve Marksistlere yakışır zira Yüce Allah’ın “Lâ taknetû min rahmetillah” yani “Benim rahmetimden ümidinizi kesmeyin” diye emretmiştir. Hatta toplumda gördüğümüz acı ve kötü olayları bir fırsat, ganimet bilip problemleri çözmek için çaba sarf etmeye sebep olacaktır. Yeter ki o gayreti gösterelim. Allah'ın rızasının nerede ve nasıl kazanılacağı bilinmez. Belki o küçücük gayret buna sebep olabilir. Sonuç odaklı olmak hatalıdır. Başarılı ve muzaffer olmak şart değildir. Gayret bizden tevfik Allah'tandır...
Gerçekten de öyle değil midir? Hayat çarçabuk geçerken elimizde ne kalıyor ki. Para servet derseniz bunlar ahirette çoğu zaman başa belâ olacak şeylerdir. Fakat birisinin imanını kurtarmaya çalışmak, hadiste “sahralar dolusu kırmızı koyunu sadaka vermekten daha hayırlıdır” şeklinde geçmektedir. O halde inanan bir insanın, içi daima aydınlık olmalıdır. Bırakın inançsız olanların dünyası kararsın. Biz olayları güzel yönleriyle değerlendirelim.
Karşılaşmış olduğumuz belâ ve musibetleri musikinin nağmeleri gibi hoş görmek ne güzeldir. Çünkü bunları sabır ile karşılayabildiğimiz takdirde sonsuz bir alemde mükafatını görme şansımız olacaktır. Zira “Allah bana yeter, o ne güzel vekildir” âyetinin mânâsı olayların derinliklerine nüfuz edebilmeyi sağlar. Rabbimiz bize de bu âyetin mânâsını anlayarak yaşamayı nasip etsin. Yeterki Rabbıma hakiki kul olalım.