Etiket elde etmek gönüllere sokmuyor
Nedense bizim toplumumuzda bir kısım feminist ve insanlara tepeden bakan etiket sahipleri enaniyet ve gururundan dolayı toplumu hep küçümsemiştir. İnsanları sınıflandırarak değerlendirmişlerdir. Ben olmazsam gerisi tufan düşüncelerini ellerinden düşürmemişlerdir. Kendilerine sürekli saygı duyulmasını ve el pençe durulmasını beklemişlerdir. Okuyarak veya şöhret elde ederek etiket sahibi olmaları nedeniyle kendilerine hep ayrıcalıklı bakmışlardır.
Toplumdan saygı duymak ve ilgi beklemek etiket sahibi olma veya okumakla olmuyor. İnsanların gönlüne girmek için o insanları anlamak ve seviyesine inmekle oluyor. Bir diğeri ise insanlara yararlı olmak ve onların istifadesine sunacak eserler ortaya koymakla oluyor.
Bazı makam sahipleri aynı etiket sahipleri gibi topluma tepeden bakanlar vardır. Ama bir gün o makam koltukları altlarından gidince kimse onun yüzüne adam diye bakmıyor. Ama toplumun gönlüne girip onların sevgisini kazanmışsan her zaman toplumun gönlündesin.
Adam Prof. veya Doç. olmuş insanların gönlüne hizmeti ile gerememişse ne önemi var ki? Etiket sahibi olmak her şeyi ben daha iyi biliyorum demek değildir ki? Musa A.S. asası, Davut peygamberin ne etiketi vardı nede bir yerde madalyası.
Mimar Sinan hangi okulda okuyup bir etiket sahibi oldu da bu milletin gönlüne girdi? Milletin gönlüne girmek etiketle değil eserlerle ve insanların gönlüne muhabbet kurmakla olur. Yoksa ben etiket sahibiyim diye onu bunu eleştirip küçük görmek elde edilmez.
Geçtiğimiz günlerde bir Bakanımızdan dinlediğim bir konu çok enteresandı. Bir aday adayı kendisinin neden aday yapılmadığı ile ilgili dert yanıp, kendisinin etiket sahibi, ekonomist olduğu için daha çok yararlı olacağını anlatıyormuş.
Bakanımız kendisine bazı hususları anlattıktan sonra, kendisinin yerine aday olan kişinin etiket sahibi olmadığını, ancak halkın gönlüne girdiğini, senin etiketle değil halkın gönlüne girmen lazım. Dedikten sonra Bakana haklı olduğunu ve rahatladığını söylüyor.
Geçtiğimiz seçimlerde bir sanatçımız, “ benim oyumla çobanın oyu bir mi?” demişti. Evet senin oyunda çobanın oyu aynı ve hatta çobanın oyu seninkinden kıymetlidir. Sen yarın musalla taşından kaldırılırken dört sanatçı ile alkışlarla kaldırılırken. O çoban gerçek sevenleri ile Kuran eşliğinde kaldırılır.
Aslında bu tür insanları muhatap bile almak yanlış olur. Muhatap olunduğunda kendisini adam zannederek kasılır. Muhatap alınmayınca iyice çıldırıp saldırısını artırır. Hâlbuki başkasını bitiriyorum derken kendisini bitirdiğinin farkına varmaz.
Konuya Hz. Mevlana’nın Mesnevisinden ve Nasrettin hocadan iki fıkra ile son vereceğim.
Kendini beğenmiş bir gramer (nahiv) bilgini, boğazdan karşıya geçmek için bir kayık kiraladı ve kurumla oturdu yerine.
Kayıkçı, olgun ve alçak gönüllü bir insandı. Hiç ses çıkarmadan küreklere asılıyor, yolcusunu sağ salim karşıya geçirmek ve üç beş kuruş kazanmak istiyordu.
Denizin orta yerine geldikleri sırada Bilgin küçümser bir eda içinde sordu:
“Sen hiç gramer okudun mu?.. dil biliminden anlar mısın?”
Kayıkçı:
Hayır efendim dedi, ben cahil bir kayıkçıyım, dediğiniz şeylerden hiç anlamam.”
“Vah vah dedi Bilgin, ömrünün yarısı boşa geçmiş!..”
Böyle bir süre ilerledikten sonra rüzgâr şiddetini artırmaya, dalgalar büyümeye başladı. Denizde fırtına çıkmış, Bilgin korkmaya başlamıştı.
Kayıkçı olağanüstü bir güçle kurtulmaya, sağ salim karşı kıyıya geçmeye çalışıyordu. Gördü ki artık kurtuluş ümidi yok, Bilgine dönüp sordu:
“Efendim, yüzme bilir misiniz?”
Bilgin:
“Ne yazık ki bilmiyorum diye inledi.” O zaman kayıkçı:
“Vah vah dedi, şimdi ömrünün hepsi boşa gidecek! Keşke gramer bileceğinize benim gibi yüzme bilseydiniz de canınızı kurtarsaydınız.”
Bu fıkramızda Nasreddin Hocamızdan;
Akşehir''liler bir gün Hoca’ya takılır ve sorarlar.
“Hocam senin evliyalar katında ulu bir kişi olduğun söylenir asli var mıdır? “
Hoca''nın böyle bir iddiası elbette yoktur ama bir kere soruldu ya cevaplar;
“Her halde öyle olmalı.”
“Böyle kişiler zaman zaman mucizeler göstererek bu özelliklerini herkese kanıtlar. Hoca madem kabullendin göster bir mucize görelim! “
Hoca;
“Pekala simdi size bir numara yapalım der karşısında durmakta olan çınar ağacına; “
“Ey ulu çınar çabuk yanıma gel!...”
Tabii ne gelen ağaç var ne giden. Hoca yürümeye baslar ağacın yanına varır. Akşehir''liler;
“Ne oldu Hoca ağacı getiremedin, kendin oraya gittin!” diye gülünce,
Hoca;
“Bizde kibir yoktur, dağ yürümezse abdal yürür der.”
Ne diyelim herkes kendisine düşen hissesini almalı.