Ne konuşacağını bilmiyorsan
Bir insan ne yapmasını bilmek zorunda, bilmiyorsan bilgiçlik taslamayacaksın. Doğrular karşısında kendini haklı çıkarmaya çalışmayacaksın. Yoksa eğriyi doğru yapmaya çalışırsan seninde bir tarafın eğrilir. Doğru olanı farklı hilelerle susturmaya çalışırsın. Herkes yerini ve haddini bilecek. Kıvıracaksan da Eisteinin şoförü gibi kıvıracaksın.
Einstein konferanslarına hep özel şoförü ile gidermiş. Yine bir konferansa gitmek üzere yola çıktıkları bir gün şoförü Einstein’a;
“Efendim, uzun zamandır siz konuşmanızı yaparken ben de arka sıralarda oturup sizi dinliyorum ve neredeyse söyleyeceğiniz her şeyi kelimesi kelimesine biliyorum” demiş. Einstein gülümseyerek ona bir teklifte bulunmuş: “Peki, şimdi gideceğimiz yerde beni hiç tanımıyorlar… O halde bugün palto ve şapkalarımızı değiştirelim, benim yerime sen konuş, ben de arka sırada seni dinlerim.”
Şoför, gerçekten çok şahane ve başarılı bir konuşma yapmış ve sorulan bütün soruları doğru cevaplamış. Tam yerine oturacağı sırada konu hakkında bilgili, azıcık da ukala bir profesör, o güne kadar konferansta sorulmamış ağır bir fizik sorusu sormuş. Şoför, hiç duraksamadan soruyu soran kişiye dönüp: “Böylesine basit bir soruyu sormanız gerçekten çok garip” demiş.
Sonra da salonun arkasında oturan Einstein’ı işaret ederek şöyle devam etmiş: “Şimdi size arka sırada oturan şoförümü çağıracağım ve sorduğunuz soruyu, göreceksiniz, o bile cevaplayacak.” Diyerek haddini aşınca hocasına kıvırmayla soruyu cevaplatmış.
Bazen zalimlik yapmaya çalışırsan Firavunun topal sineğe mağlup olduğu gibi mağlup olursun.
Nemrud zalim ve kâfirdi. Kendisinin ilah olduğunu iddia ediyordu. Halkının kendisine inanması ve tapması için zulmediyordu. Halk da istediği şekilde kendisine serfüru ediyor, onu rab biliyor ve ona tapıyordu. İbrahim Aleyhisselâm Nemrud’un bu fesat düzenini bozdu.
Nemrud da İbrahim Aleyhisselâm’a kötülük yapmaktan, ona güç göstermekten geri kalmadı. Ona hakaret etti, çaresiz bırakmak için onunla tartıştı, olmadı ateşe attırdı, ateşin onu yakmadığını görünce, şaşkınlığını yine küfrüyle örtmeye çalıştı.
Olmadı, etrafa emirler yağdırdı; İbrahim Aleyhisselâm’ın Rabbi ile savaşmak için ordu topladı.
Yüz bin asker toplanmıştı. Askerler ovaları tepeleri tutunca, askerlerini savaş düzenine soktu; büyüklenip gururlanarak: “İbrahim’in gök tanrısı şimdi bizim gücümüzü görsün bakalım!” dedi.
O ara bir melek, insan suretinde Nemrud’a gelerek dedi ki:
“Ey budala! Bu kadar asker toplamaya ne gerek var? İbrahim’in Rabbi, yarattığı en hakir bir mahlûku ile seni de, askerini de helâk eder!”
Nemrud buna fena kızdı, ama kibri ve böbürlenmesi artarak devam etti.
“Beni bugün kim yenecekmiş, görelim!” dedi.
Ardından Allah sivrisinek ordusuna emretti. Koca ordu öyle bir sivrisinek hücumuna uğradı ki, sivrisinekten göz gözü görmüyordu. Askerin yüzlerine, gözlerine üşüşerek sokmaya başladılar. Ordu perişan oldu. Nemrut kaçıp sarayına saklandı ve kapıları, pencereleri sıkı sıkıya kapattı.
Bir ayağı kırık, bir gözü kör bir sivrisinek vardı. Hikmet lisanıyla Allah’a dedi ki:
“Ya Rab! Ben gazaya yetişemedim!”
Cenâb-ı Hak ona da emretti. O da gitti, Nemrud’un kapısının anahtar deliğinden girip Nemrud’un dizi üstüne kondu. Nemrud onu öldürmek istedi. Sinek uçtu, yüzüne kondu. Nemrud onu yüzünden kovmak istedi, o da uçtu ve burnundan içeri girdi. Beynine doğru yürüdü.
Yürüdükçe Nemrud’un beyni dayanılmaz şekilde zonklamaya başladı.
Sivrisinek beynine kadar ulaştı ve beynini kemirmeye başladı.
Nemrud imdat çığlıklarıyla ortalığı birbirine katıyor, adamlarına bağırıyor ve yardım istiyordu.
Adamlarından bazıları:
“Aaaa! Bu nasıl tanrı? Bir sinekle baş edemiyor!” diyorlardı.
Derken Nemrud, “Başıma vurun!” demeye başladı.
Başına tokmakla vurdular. Vurdukça ağrısı biraz hafifliyor, sonra yine dayanılmaz oluyordu. Bu defa Nemrud, “Daha hızlı vurun!” diyor, hafif vurana “Senin gücün yok mu?” diye kızıyordu. Böyle iki ay geçtiği rivayet edilir.
Nihayet Nemrud, başına şiddetli vurdura vurdura başını parçalattı. Ölüp gitti.
Bilmem ne demek istediğimi zannedersem anlayan anladı.