Ülkemizde açlık sınırı nedir?
Bir önceki yazımda. “vatandaşın cebinde yangın var” başlığı ile kaleme aldığım yazım bir eleştiri değil dost uyarısı idi. Yani dost acı söyler ata sözünü hatırlatmak istedim. Bu ülkemizin aç olduğu anlamına gelmez. Aç olmayı bilmeyenler büyüklerinden ülkemizin 30-40 yıl öncesini ve daha eski halimizi öğrenmeleri lazım. O dönemde bile insanların durumu hiçte iyi değilken kimse açım diye sızlanmazdı. Şimdi hayat standartları yükseldikçe ve lüks yaşam fazlalaştıkça insanlar dünü unutuyor ve daha çok lüks yaşama hevesinden kaynaklanan sızlanmalar diye düşünüyorum.
Olayı iki açıdan ele almak istiyorum, önce açlık sınırı nedir önce buna bakalım. Eskiden insanlar temel gıdalarının tamamını doğal el yapımı kendileri yapardı. Çarşıdan pazardan kimse kışlık gıda almazdı.
Sebzesini kendisi eker, mantısını, eriştesini, bulgurunu, tere yağını, peynirini, ekmeğini, pekmezini, nohutunu, fasulyesini, mercimeğini, tarhanasını ve birçok gıda maddelerini kendileri evlerinde yapardı. Olmayanlara da olanlar yardım ederdi.
Kimsenin köylerde özel aracı yoktu, traktör bile kimsede yoktu. At arabası ve öküzle çift sürülür reçberlik yapılırdı. Köylerden şehre özel araç ve otobüs bulunmaz, bir köyde kamyon olurdu bu kamyon üç beş köyün insanını Salı günleri pazara getirirdi.
Herkes günlük veya haftalık pazara gelmezdi. Aylık gelinir evde olmayıp şehirde olan alacakları bir kaç çuval hububat getirip satar ihtiyaçlarını alır giderdi, buda genel olarak giyimdi. Devletten kimse ne destek ne de yardım alırdı. Şehirde kalan otelde değil hanlarda yatardı. Şehre gelenlerin çeşit giyecekleri olmadığı için komşudan ödünç giyecek alırlardı.
Çifçi ekinini orak veya tırpanla biçer övenle sapını sürer kışa kadar çalışırdı. Kimsede hayatından şikayet etmez hayatına şükrederdi. Buzdolabı, çamaşır makinesi, elektrikli süpürge, bulaşık makinesi zaten kimsede olmaz, taş evlerin soğuk bölümlerinde yiyecek saklanırdı. Çarşıdan zaten sebze alınmazdı. Çamaşırı anneler elde yıkardı.
Böyle bir hayatın çokta tadı olur ve insanların dostlukları vardı. Ak Parti iktidarına kadar bazı lüks hayatın başlaması ile dışarıdan satın almalar başladı. Akaryakıt kuyrukları, çay, şeker, yağ kuyrukları gibi gıdalar karne ve fişle alınmaya başladı.
Hayat standartlarımız teknoloji ile artış gösterince lüks yaşamak insanları sıkıntıya soktu. Eskiden başka illere çiftçi durmaya gidenler yaya on gün on beş gün giderken şimdi herkesin altında bir özel aracı var. Zenginde ne varsa diğer insanlarda aynısı var.
Tabi zenginin ki, biraz lüks ise de garibanın ki, ayağını yerden kesecek bir aracı var. Açım diyen kişiye sorsan cebinde 10 bin liralık telefonu var. Dünyada ne tür teknoloji çıktı ise ona sahip olmak hırsı elbette bizleri sıkıntıya sokuyor.
Çalışıp kazanma olayı nerede ise azaldı, herkes hazır yeme peşinde. Eskisi gibi çalışan hiç bir kimse sıkıntı çekmez. Tembellik, hazırcılık ve her şeyi devletten bekleme hırsı insanları sarmış durumda. Hatta ve hatta artık iş beğenmez duruma gelmiş durumdayız.
Devletin bizler sunduğu şu sağlık, yollar rahat yaşam şartları düne göre yüz bin defa fazladır. Eskiden doktora gelemezken şimdi ayağınıza kadar ambulans geliyor. Bunları yazsam sayfalar dolusu yazarım.
Benim geçen yazdığım yazıdaki sitemim ve uyarım. Gıda maddelerinin birden artması, dar gelirli ve yaşlanmış başka geliri olmayan emekli insanlarımızın durumu ile ilgili idi. Devletimiz bu keyfi artışları kontrol ederek makul seviyeye çekmesidir.
Ülkemizde açlık falan yok, lüks yaşamın verdiği sıkıntılar var. Eskiden kim bilirdi piknik yapmayı? Şimdi fakiri de zengini de hafta sonu arazide piknik yapıyor. Bunun neresi fakirlik? Burada yapılacak husus gıda maddelerini kontrol ederek vatandaşı rahatlatmak.