Her şey şu zalim dünyaya fazla anlam yüklemekle başlıyor. Makam mevki, para pul, hırs, beğenilme duygusu, alkışlanmak, taktir edilmek......
Sonra bunlara sahip olmak için boyunu aşan işler yapmak için kollarını sıvıyor insan. Omuzlarına yükledikçe yüklüyor taktir edilmek, alkışlanmak uğruna. Sonra fazla beklentiye giriyor dünyadan, kendinden çok şey istiyor. Dünya ihtirasları bitmek bilmiyor o da yetmiyor yoruyor, tüketiyor insanı, düşürüyor kapanına. Sonra başlıyor insanoğlu yoruldumlara, düştümlere, dizim kanadılara...Yorulursun da düşersin de çünkü sen sadece dünya için çabalarsan toprak ayağını kaydırır, içine çeker, kuyulara düşürür..
Biraz gerçekçi olmak lazım fazla beklentiye girmemek lazım. Aklından, bedeninden, yaşından büyük işlere kalkışmamak lazım. Müslümanın grisi değil asıl pembesi olmamalı. Pembe yalanlarla, pembe panjurlu evlerle, toz pembe hayallerle işi olmamalı. Müslüman attığı adımı bastığı toprağı bilmeli. Gücünün, yapabileceklerinin farkında olmalı. Fazla beklentiye girmeden, fazla beklentisi olmadan elinden gelenin en iyisini yapıp çekip gitmeli şu dünyadan.
Müslüman için Dr.’nin, Prof’un, paranın, pohpohlanmanın önemi olmamalı. İşte çağımızın sorunu da burada başlıyor. Kişi Allah’ın rızasını gözetmek yerine egosunu tatmin etmek, insanları razı etmek istediği için her şeyin bereketi azalıyor. Sevginin, saygının, paranın, tahammül etmenin bereketli kalmıyor çünkü Müslüman yolundan şaşmış ayağı kaymış oluyor.
Evet buda bir imtihan. Pembe tepsilerde pembe çiçekler sunan dünyaya kanmak zorunda bırakılmak bizim dünyaya meyilli oluşumuzdan. Hiç ölmeyecekmişiz gibi yaşayışımızdan, dünyanın sonlu olduğunu unutuşumuzdan. Ölümü saniyeler sonra unutuşumuzdan. Çünkü insan kelimesi unutmak kelimesinden türemiştir. Unutmalarımız bizi dünyaya meylettiriyor....
Bereketsizleşiyoruz. Çünkü şükürsüzüz . Nefsimiz bizden hep daha fazlasına itiyor buda bizim dünya için daha çok çabalamamıza ve daha çok dünyalık istememize sebep oluyor. Sonsuz olanı değil sonlu olanı istiyoruz, az olanı değil çok olanı istiyoruz. İsterken çok güzel kılıflarda uyduruyoruz dünyalığı ahirete bağlayıp vicdanımızı rahatlatmakta üstümüze yok oysa insan tek başınayken sorsa çabaladığı, istediği şeyin dünya için mi ahiret için mi istiyor? Hangisinin artısı daha fazla? Para için mi? Şu geçici dünyada bir üzüme sap olabilmek için mi? Taktir edilmek için mi?
Yoksa Allah’ın “Ey kulum buyur cennetime” sözünü duyabilmek için mi? Şimdi kendi nefsimize soralım bunları. Eminim ki çok güzel kılıflar uyduracağız ama param olursa yoksullara yardım ederim, ama bir yönetici olursam adaletli olurum, ama ama ama .....
Amallar çoğalıyor vicdanımız rahatlıyor. Sonra olmayınca neden olmadı diyoruz. Olmadı çünkü biz dünya için istedik. Olmadı çünkü Allah kulunu seviyor ve dünya için istediğini bildiği için dünya nimetlerinin bolluğuyla kulunu imtihan etmek istemiyor. Çünkü çokken vermek insanın nefsine ağır geliyor. Allah’ta kulunun gerçek niyetini bildiği için direk kuyulara atmak yerine merhametiyle muamele edip hatasından döner ümidi ile vermeyerek doğru olanı anlamasını sağlıyor. Yani anlayacağınız bizi bizden daha çok düşünen bir Rabbimiz var.
“Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şeyde sizin için hayır, yine olur ki hoşunuza giden bir şeyde de sizin için şer vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.”(216)
Önce kendi nefsime......
İlahiyatçı Hanım
YORUMLAR