Hani şu Fetö terör örgütü terörüstünün darbe öncesi nurculuk adına topluma ve devlete beddua etmesi günlerce tartışma konusu olmuştu. Bediüzzaman’ın talebeleri bunu yapar mı yapmaz mı dendi. Bediüzzamanın talebeliği ile alakası olmayan terörist hiçbir zaman onun adını anmadı. Dolayısı ile nurculukla alakası olmayan bu şahıs dini bırakıp devletin başına oturmaya çalıştı. Hâlbuki 30 yılını hapishanelerde geçiren Bediüzzaman kimseye beddua etmemiştir. Aksine kendisine zulüm edenlere bile hakkını helal etmişidir. Gelin Risale-i nur külliyatını 15 yaşında iken defalarca okumuş bir kardeşiniz olarak bazı yaşadıklarını sizlerle paylaşayım neler çekmiş ve zulüm edenlere neler demiş birlikte okuyalım.
Bediüzzaman kaldığı hapishanelerde çok zor şartlar altında tutulmuş, en hasta ve en zor günlerinde bile yakacak hiçbir şeyin olmadığı soğuk ortamlarda bırakılmıştır. Gerek sürgünde iken gerekse hapishanede iken yirmi üç defa zehirlenmeye çalışılmış, tüm bunlar bedeninde ağır tahribat oluşturmuştur. Azılı katil ve suçluların arasında tutulmuş, talebeleriyle görüşmesi yasaklanarak tüm dava arkadaşlarından tecrit edilmiştir. Ancak o böylesine zor şartlar altında dahi kendi sorunları yerine, çevresindeki insanların dünya ve ahiret mutluluklarını, refahlarını düşünmüştür. Çevresindeki insanları imana davet etmeye, onlara Kuran ahlakını sevdirmek için çaba harcamaya devam etmiştir.
Eskişehir hapsi sırasında oldukça zor günler geçiren Bediüzzaman'a bu hapis sırasında uygulanan ağır muamelelerden bazı örnekler çeşitli kaynaklarda şöyle aktarılmıştır:
120 talebesiyle Eskişehir hapishanesinde bulunan Said Nursi tam bir tecrid içerisine alınarak, kendisine ve talebelerine çeşitli zulüm ve işkenceler yapılıyor. Talebelerinden Zübeyir Gündüzalp'in anlattığına göre 12 gün yemek verilmiyor.
Zaten bize idam mahkûmu gözüyle bakıyorlardı. Hiçbir ziyaretçi bırakmıyorlardı. 'Siz de idam olacaksınız bunlarla konuşursanız' diyorlardı. Geceleri pislikten, tahtakurularından, hamam böceklerinden uyumak kabil değildi.
Denizli hapsi de Eskişehir gibi yine tecrit altında başlamış, ancak çok zor şartlar altında geçen yeni hapishane dönemi ve yargılama safhalarında da Bediüzzaman, Risale-i Nur'un yazımına devam etmiştir. Ayrıca cezaevindeki Nur Talebeleri sayesinde Risale-i Nur'la tanışan mahkûmlar bambaşka birer insan olmuş, ibadetlerini yerine getirmeye başlamış; böylece hapishaneler birer tebliğ ve ilim meclisine dönüşmüştür.
Biz Üstat Hazretleri ile çoğu zaman görüşsek de, diğer talebeleri gibi çoğu hallerine muttali olmamız (bilmemiz) mümkün değildi. Şiddetli soğuklarda sobasız odada bulundurmak, öldürücü zehirler vermek gibi durumlara zaman zaman vakıf olurduk. Üstadı ızdırap içinde gördüm. Kim bilir, hangi eza ve cefanın hemen peşi sıra idi. Acip bir gün ve acip bir kış.
Diğer taraftan da, yaşlı ve hasta Bediüzzaman'a her türlü merhametsizce muamele layık görülüyor, hava almak için pencere kenarına bile yaklaştırmıyorlardı. Hapishanenin suyu alt katta olduğu için çoğu zaman Üstadı susuz bırakıyorlardı. Bütün bu muamelelere karşı, Üstad sabırla mukabele ediyor, kendisine yapılan bu muamelelere karşı beddua dahi etmiyordu.
“Ben maddi ve manevi herşeyimi feda ettim, her musibete katlandım, her işkenceye sabrettim. Bu sayede hakikat-ı imaniye her tarafa yayıldı. Bu sayede Nur mekteb-i irfanının (Risale-i Nur İlim Okulu'nun) yüzbinlerce, belki de milyonlarca talebeleri yetişti. Artık bu yolda, hizmet-i imaniyede (iman hizmetinde) onlar devam edeceklerdir ve benim maddi ve manevi her şeyden feragat mesleğimden ayrılmayacaklardır. Yalnız ve yalnız Allah rızası için çalışacaklardır. İnşallah. Benimle beraber çok talebelerim de türlü türlü musibetlere, eza ve cefalara maruz kaldılar, ağır imtihanlar geçirdiler. Benim gibi onlar da bütün haksızlıklara ve haksız hareket edenlere karşı bütün haklarını helal etmelerini isterim. Çünkü onlar bilmeyerek, kader-i İlahi'nin (Allah'ın belirlediği kaderin) sırlarına, derin tecellilerine akıl erdiremeyerek bizim davamıza, hakikat-ı imaniyenin inkişafına (ortaya çıkmasına, yayılmasına) hizmet ettiler. Bizim vazifemiz onlar için yalnız hidayet temennisinden ibarettir. (Emirdağ Lahikası s 455)
Bunlar Üstadın gördüğü zulümlerden bazıları, bunların dışında birçok zulüm görmüş ama kimseye beddua etmemiştir. “Belki bize zulüm yapanlar bilmeyerek yapmışlardır, onlara hakkımı helal ediyorum” diyor. Talebelerine de sizlerde beddua etmeyin hakkınızı helal edin tavsiyesinde bulunuyor. Bu kadar zulüm görmeyen ve güllük gülistanlık içinde yaşayanların beddua etmesi ne kadar doğru yorum sizlerin. Fetö ile Bediüzzamanı karşılaştırmak bile abesle iştigaldir.
YORUMLAR