Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ilimizi ziyaretlerinde bir yazı kaleme almıştım. Tabi ben burada ne konuştuğunu değil meydanlardaki kalabalığı konu edinmiştim. Bir okurum çok fazla abarttığımı ve beni aşırı tarafgirlikle suçlamış. Ben bu tür eleştirilere saygı duyarım beni böyle görebilir. Ancak bunu yazarken tabi kendileri de bana hangi partiyse, “ bekle geliyoruz Tayyib’inkalabalığı da Halukun çalışmalarıda çare olmayacak” demiş. Deve kuşu gibi kafasını kuma sokan bu arkadaşta elbette birilerinin dalkavukluğunu yaptığını unutmuş. Bir kıssa anlatsam nasıl bir dalkavuk olduğunu herhalde anlar.
“Eskiden konaklarda dalkavuk bulundurmak adetmiş. Konağın birinde bir gün Bey demiş ki :
Bir dalkavuk alacağım, filan gün imtihan var, sağa sola haber salınız...
Derken o gün gelmiş, kapının önünde dalkavuk adayları sıra olmuş.
Biri içeri alınmış Bey sormuş:
Sen dalkavuk musun?
Evet efendim...
Ama sen dalkavuğa hiç benzemiyorsun...
Olur, mu efendim? Ben filan Bey'in yanında şu kadar, fişmekan Bey'in yanında da bu kadar sene dalkavuk olarak çalıştım...
Bey:
Olmadı, sen çık... demiş...
Derken ikinci, üçüncü... adaylar gelmiş, konuşma hep aynı, cevaplar hep aynı...
Bey, dalkavuğunu bulamayacağını düşünmeye başlamış ki, içeri biri girmiş.
Bey:
Söyle bakalım sen dalkavuk musun?
Evet efendim...
Ama sen dalkavuğa hiç benzemiyorsun...
Hayır, hiç benzemem efendim...
Dur bakayım, biraz da benziyorsun galiba...
Evet efendim. Ben biraz da dalkavuğa benzerim...
Bey hemen dışarı haber salmış:
Tamam, ben dalkavuğumu buldum... demiş.
Sevgili kardeşim ben aşırı tarafsam sende biraz az dalkavuk ol bakalım.
HOCANIN ŞAMARI
Herkesin bir tarafı olduğunu bilmeyen yoktur, ama bazen birilerine vurur birilerini kayırırız. Hedef tahtası yaptıklarımıza keyfi hakaret ederiz ama kendimizin öyle suçsuz olmadığımız anlamına gelmez. Onuda bir Hocanın fıkrası ile anlatalım.
“Bir gün Hoca sallana sallana yolda yürürken, biri arkadan ensesine kuvvetli bir tokat atar. Hoca nerdeyse yere düşecek. Hoca hiddetle:
Ne cüretle vuruyorsun!..
Genç adam, biraz ukala bir tavırla, kısaca özür diler. Küçük bir hata yaptığını, Hoca'yı bir arkadaşına benzettiğini söyler. Ayrıca, Hoca'nın olayı büyüttüğünü belirtir.
Bunun üzerine, Hoca'yı mahkemeye gitmekten başka bir şey tatmin etmez. Hoca ısrarlıdır ve genç adamın kabul etmekten başka çaresi yoktur.
Kadıya giderler. Kadı her iki tarafı da dinler. Ancak kadı genç adamın arkadaşı olduğundan, onu müşkül durumdan kurtarmanın çaresine bakarken, Hoca'yı da yumuşatmaya çalışır...
Hoca, hislerini anlıyorum. Herkes aynı şeyleri hissederdi bu durumda. Şimdi ne dersin, bu genç adam kendine bir tokat atsa kabul eder misin?
Hoca tatmin olmaz, ısrar eder: "Mahkeme yapılsın." der.
Bunun üzerine kadı, genç adama 5 kuruş ceza verir ve gidip getirmesini söyleyip kürsüden iner. Hoca, genç adamın dönmesini bekler. Bir saat geçer, iki saat geçer fakat genç adamdan ses sedayoktur. Mahkeme kapısının kapanmasına az kalmışken, Hoca kadının, en meşgul bir anında ensesine okkalı bir tokat atar ve ekler.
Kusura bakma kadı efendi, daha fazla bekleyemeyeceğim...Gelirse söyle ona, 5 kuruşu sana versin!... der.
Ne yapalım bazen derdimize bu kıssalar yetişiyor.