Yazımın başlığını yanlış anlayanlar olabilir. Ancak yazımın içeriğini okuyunca bana hak verecekleri kanaatindeyim. Zaman zaman dürüstlükten bahsederek yazılar yazıyorum bu yazıları durup dururken yazmıyorum. Cumhuriyetin kuruluşundan bu güne devletimiz içerisinde yaşanan soygun ve vurgunlar hep gündeme gelmiştir. Tabi bunu derken ülkemiz içerisinde Demirel hükumeti döneminde yaşanan hayali ihracatlar ile haksız kazanılan vurgunlara araştırma komisyonları kurulmuştu.
Helal kazanç bir Müslüman için en büyük kazançtır. Ama hak etmediği şekilde haksız kazançlar elde edenler belki bu dünyada rahat edebilirler ama tüyü bitmemiş insanların hakkını gasp etmekten inanın mahşerde hesabını veremeyeceklerdir.
Bir yerlere atlayıp, zıplayarak, birilerine yakın olarak devletten çalanlar milyonların hakkını gasp ettiğini unutmasınlar. bunu yapanlar kim olursa olsun.Devletin malı deniz yemeyen keriz düşüncesinde olanlar inanın bu haksız kazançları bir yere götüremediler. Huzuru mahşerde asıl ben kerizmişim diyeceklerini unutmamalı.
Müslüman kimseye muhtaç olmadan kıt kanaat geçiniyorsa inanın ondan bahtiyarı yoktur. Şahsım itibarı ile kesinlikle haksız kazanç peşinde olmadım. Devleti dolandırma gibi bir düşüncem olmadı. Bunun birde ahiret kısmı var bu dünyada insanları kandırabiliriz ama yüce Rabbımı nasıl kandıracağız?
Nasıl olur da şuradan devleti dolandırabiliriz düşüncesinde olanlar bu düşünceden vazgeçmelidir. Ben ölürsem çoluk çocuğum rahat etsin diyenlerde bu düşünceden vazgeçmeli. Sen ölürsün ama arkanda kalanların belkide halleri üzülecek durma gelir. Haram ve haksız kazançların kimseye bir faydası olmamıştır olmazda.
Makam ve mevki başında oturanlar buna daha çok dikkat etmelidir. Sizlere HZ. Ömer'in oğluna devlet malından ne verdiğini ve nasıl davrandığı kıssasını anlatarak konuyu bitirelim. Acaba evlatlarımıza nasıl davranıyoruz?
Hz. Ömer evlerini barklarını, mallarını mülklerini, çoluklarını çocuklarını Mekke’de ve diğer yerlerde bırakıp Resûlullah’ın yanına koşanlara farklı bir gözle bakıyordu. Güç şartlar altında hicret ettikleri, yolculuğun çilesine yalnız başına katlandıkları için onlara büyük değer veriyor ve kendilerine dörder bin dirhem tahsis ediyordu. İlk muhâcirlerden olmasına rağmen, on bir yaşında anne ve babasıyla birlikte hicret ettiği için kendi oğluna beş yüz dirhem daha az para veriyordu.
Bir başka rivayetten öğrendiğimize göre, yine bir defasında Hz. Ömer, Peygamber Efendimiz’in âzatlısı Zeyd İbni Hârise’nin oğlu Üsâme’ye üç bin beş yüz dirhem tahsis etmiş, oğlu Abdullah’a ondan beş yüz dirhem daha az vermişti.
İbni Ömer babasına bunun sebebini sorarak:
- Üsâme’yi niçin benden üstün tutuyorsun? O benden daha çok savaşa katılmadı ki! demişti.
Hz. Ömer, eşsiz adaleti yanında, zengin bir gönle ve üstün bir tevâzua sahip olduğunu gösteren şu cevabı vermişti:
- Oğlum! Resûlullah Efendimiz onun babasını senin babandan daha çok severdi. Üsâme’ye de senden daha çok muhabbeti vardı. İşte bu sebeple, Resûlullah’ın sevdiğini kendi sevdiğime tercih ettim (Tirmizî, Menâkıb 39).
İş başına geçince devletin imkânlarını yakınları için kullanan sorumsuz ve Allah korkusundan yoksun kimselere bu ne güzel bir ibret dersi, değil mi?
Hz. Ömer, hem Allah karşısında hem de insanlar yanında oğlunu kayıran baba durumunda görünmek istemiyordu. Böyle davranmakla Allah katında dinini, insanlar karşısında da şeref ve haysiyetini korumuş oldu.
YORUMLAR