10 Aralık 2015 günü yayınlanan bir yazıyı saklamıştım, güncel yazılardan dolayı bu yazı bugüne kadar kaldı. Hüseyin Uygunun yayınladığı bir Alman gazetecinin Türkiye’de yasaklarla ilgili hazırladığı program hem Almanların, hem de gurbetçilerimizin çok ilgisini çekmişti. Alman uzmanın Türkçeye çevrilen bu araştırmasının aslında içimizdeki İsrail’e çok büyük darbe vurmuştur. Söz dönüp dolaşıp Atatürk ve İngiliz ajanlarına kadar dayandı. Yazının tamamını sizlerle bölümler halinde paylaşacağım, tamamını takip etmelisiniz.
Alman haber kanalının tecrübesiz ve aşırı öz güvenli kadın muhabiri, İTÜ'de gizli gizli cami yapılması haberini Türkiye'den bir canlı yayın yaparak, Türkiye uzmanı bir Alman ile değerlendirmek ve ülkesindeki vatandaşlarını bilgilendirmek istedi. Lakin Alman uzman Klaus Günter, "Türkiye'de devam eden yasakçı anlayışın temeline inmek ve bu gün neler yaşandığını geçmişten bu güne doğru değerlendirmek lazım." diyerek kısa süre içinde sözü öyle yerlere götürdü ki, Almanlar da Türkler de şaşkına döndü.
Şimdi Almanlar, diğer Avrupa toplumları ve yaşananlardan haberdar olan özellikle gurbetçi Türkler şoktalar.
“Resmen yüzde 98'i Müslüman olan ülkede, en önde gelen üniversitelerden birinde, Müslümanların ibadethanesi olarak bir cami yapmak isteyenler, nedendir bilinmez, bunu gizli gizli yapmak çabası içine girmişler ve şu anda bu olay Türkiye medyasının gündeminde olan konulardan bir tanesi... Bundan daha sarsıcı ve şaşkınlık verici olan şeyi, izleyicimiz olan siz Alman toplumuna Türkiye’den aktarmak istiyoruz ki Türkiye basını ve medyası, bu yaşanan olayda neden vatandaşların camiyi gizli gizli yapmak gayreti içerisine girdiklerini sorgulamadı bile...
Ülkede etkin şekilde habercilik yapıp sürekli olarak "özgürlük", "eşitlik", "adalet", "fikir ve vicdan özgürlüğü", "tarafsız habercilik" söylemlerini dile getiren haber kuruluşları bile "İTÜ'de gizlice cami temeli atıldı" şeklinde başlıklarla gelişmeleri izleyici ve okuyucularına adeta bir terör suçu işlenmiş ya da en azından bir üniversitede çok büyük bir yolsuzluk yapılmış gibi bir tavır ile duyurdular. Türkiye’de gazetecilik ve habercilik adına sergilenen bu tavır karşısında biz şaşkına döndük.
Bizleri oldukça şaşırtan ve kafamızdaki Türkiye olgusu ile de çatışan bu olaydan sonra, konu ile ilgili görüşlerine başvurduğumuz Türkiye uzmanı, tecrübeli araştırmacı, gazeteci ve aynı zamanda ödüllü tarihçi Klaus Gunter’e canlı yayın üzerinden bağlanıyoruz.
(Klaus Gunter, genç kadın muhabirin şaşkınca sorduğu sorular karşısında, özetle şu cümleleri kurdu – Çevirmen B. Y.)
"Şu anda yaşananları doğru yorumlamak için biraz geçmişe bakmak lazım. Ben Türk tarihi üzerinde de uzman birisiyim. Alman toplumu da dâhil, bütün Avrupa toplumları Türkiye'yi çok yanlış tanırlar. Gerçek Türkiye onların gördüğü gibi Müslüman bir Türkiye değildir. Türklerin gerçek İslam ile bağları kopalı nerede ise iki asır geçmiştir.
Osmanlının son dönemi ile Cumhuriyet döneminde, ülkede halkın yaşam tarzı ve devletin uygulamaları gayri İslamidir. Son İslami idare Osmanlı zamanında mevcuttu. Osmanlı yıkıldıktan sonra Yeni Türkiye Cumhuriyeti kuruldu. T.C. asla bir Türk ve İslam devleti olmadı. Evet, olmadı çünkü yeni devleti ve resmi ideolojiyi tesis edenler hep gizli Yahudiler ve gizli Ermeniler idi. Zaten Osmanlı’nın son dönemi de bir Türk İslam idaresi olarak tanımlanamaz. Türklerin mecbur kalarak da olsa ilan ettiği Tanzimat Fermanı ki 1839 yılında ilan edilmiştir, İslam dininin ve Türk kültürünün en temel esaslarını bile resmen inkar etti. Uygulamadan kaldırdı. İyi kötü araştırmış herkes bilir ki bu dönemde de Osmanlı paşalarının ve devlet adamlarının bir çoğu İngiliz işbirlikçisi gizi Ermeni ve Yahudilerdi.
Osmanlının yıkılabilmiş olması, bir imkânsızın başarılabilmiş olması anında bile Avrupalıların ve bölgede yaşayan gayri İslami unsurların akıllarında bunun sevincini yaşamaktan ziyade, 'Bir daha Osmanlı ya da başka bir İslami idare kurulmasına da mani olmak lazım. Bunu nasıl sağlarız’ endişeleri vardı. Bu nedenle, yeni T.C.'nin rejimi tamamen İngiliz gizli servisleri ile birlikte hareket eden Sabetaycı gizli Yahudiler ve Türkiye masonluğu tarafından kuruldu. Bu sırada, Sabetaycıların Kapani kolunun kontrolünde olan Türkiye Masonluğunun da çok büyük emeği oldu. Mesela ‘en büyük Türk’ ve ‘Türklerin atası’ anlamına gelen bir soy adını, tuhaftır ki henüz hayatta iken, henüz yaşamakta iken alan Kemal paşanın kendisi de, eşi Latife hanım da, diğer akrabaları da Sabetaycı gizli Yahudilerdi. Bunu batılı gerçek aydınların hepsi bilir...
Yine o yıllarda ‘İstiklal savaşı kahramanı’ ve 'Büyük Türk Kurtarıcısı" konumunda gösterilen yüzlerce kişi de aslında Türk ve Müslüman değillerdi. Elbette ki kimse illa Türk ve Müslüman olmak zorunda değildi. Bununla birlikte hiç kimse Türkleri ve Müslüman unsurları aldatma ve gerçekte olduğundan başka bir kimlikte, gerçekte olduğundan başka bir inanışta ve fikriyatta görünme hakkına ve kaldı ki başka milletlerin ve devletlerin menfaatini gözetip taktik surette Türklere ihanet etme hakkına asla sahip değildi. Bir Katolik Hristiyan Alman olarak bunu ifade etmekte hiç zorlanmıyorum ki Ermeniler ve Yahudiler, asırlarca kendilerine çok adil ve insani şekilde muamele eden Müslüman Türklere karşı bu yaptıklarında haklı değillerdi. Birkaç yıl evvel Türkiye'deki Ermeni patriği, Fatih Sultan Mehmet'in mezarını ziyareti sırasında basın mensuplarına "O olmasaydı, biz Ermeniler olmazdık" dedi. Bu açıdan bakınca belki de günümüz Ermenilerini suçlamamak da gerekir. Ya da, açık kimliği ile yaşayıp Türklere ihanet etmeyen azınlıkları, diğerlerine karıştırmamak gerekir.”
Yarın devam edelim.