Bu yazımı bir gün önceden yazmıştım. Ancak Sarıyahşi ilçemizdeki şehidimizin cenazesi dolayısı ile bugüne ertelemek durumunda kalmıştım. Elbette şehidimizin durumu her şeyden önemli olması nedeniyle dün konumuzu değiştirip onunla ilgili yazımızı kaleme almak durumunda kaldık. Dünkü yazdığım yazıyı şimdi sizlerle paylaşıyorum.
Pazar gecesi Belediye Başkanı Sayın Haluk Şahin Yazgının Gazetecilerin 10 Ocak çalışan Gazetecilerin gününü kutlaması esnasında deprem sarsıntısı olduğu için arkadaşlarımızın bir kısmı dağıldığı için anılarımızı anlatmaya pek fazla zaman bulamamıştık. Aslında eski veya yeni işe başlayan her gazetecinin yaşadığı anı ve sakarlıkların yanında karşılaştığı ve ömür boy unutamayacağı hadiseler vardır.
Bende bugün sizlere 1981 ve 83 yıllarında çömez gazeteciliğimiz döneminde yaşadığım ve hala unutamadığım birkaç anımı sizlerle paylaşmak istiyorum. İlk önce 1981 yılında Aksaray’da yaşadığım bir anımı paylaşayım.
İstanbul’da gazeteciliğimizin ilk yılları idi. Tabi o dönem ilçeyiz Niğde’ye bağlıyız ve Niğde’den büyük olmamız ve vilayetliğimizin elimizden alınışı dolayısı ile o dönemin kuşakları Niğde’ye bağlı oluşumuzu hazmedemeyiz. Bende o dönem İstanbul’dan Aksaray’a ziyarete gelmiştim.
Tabi giderken eli boş dönmeyelim Aksaray’dan birkaç haber götüreyim Aksaray’ın adı çıksın ve tanınsın derdinde idik. Bizim Ali Genç o dönem sürekli Aksaray’da UFO haberlerini Günaydın Gazetesinde yapıyor. Bu haberin birisini bana verdi bende gazetede yayınlayacağım. Ama başka haberlerde götürmem lamdı.
Somuncu Babaya gittik türbe bakımsız kapısı kapalı ve çevresi düzensiz vaziyette idi. Tam giriş kapısında birisi sakallı biriside orta yaşlı iki kişi yatıyor. Üzerlerinde eski berki palto örtülü uyuyorlar.
Bunların resimlerini hemen çektim, o dönem böyle dijital makinalarımız falan yoktu. Filim bitmeyince siyah beyaz resimleri çıkartamazdık. Filimler bitti resimleri çıkarttım ve İstanbul’a gidişimde şu başlıkla haber yaptım, “ Aksaray’da Somuncu baba türbesinde dilenciler yatıyor” dedim.
Tabi başlığın altını uzunca doldurup Somuncu babayı anlatmaya çalıştım. Buradaki asıl amacım Somuncu baba vasıtası ile Aksaray’ı tanıtmaktı. Birde Somuncu babanın Aksaray’da meftun olduğunu yazdım.
Haberi burada okuyanlar Türbenin kapısında yatan şahsı tanıyormuş. Benim dilenci diye yazdığım kişiler meğer o dönem Mezarlık bekçileri imişler. Nereden bilebilirdik ki, nöbetlerini pejmürde bir şekilde türbe kapısında yatarak geçirdiklerini. O haber ve bekçileri dilenci olarak yazmam hala unutamadığım haberlerimden birisidir.
Bir başka anım ise İstanbul’da bazen eleman sayısı az olduğu için köşe yazısını haftada 3 gün yazdığımdan diğer günlerde gazeteye haber yapma peşinde olurdum. Şimdi Türkiye Gazetesinde olan Selahattin Tercan’la beraber Beyazıt meydanında dolaşıyoruz. Akşama en az üçer haber bulmamız lazım.
İstanbul Üniversitesinin önünde yani Beyazıt meydanında güvercin kuşları yere inerler. Burada da kuşyemi satıcıları vatandaşa torba içindeki yemleri krem kutuları ile satıyorlar. Ama burada çok fazla yem satıcıları yok toplasan üç kişiler.
Kuşyemi satan bir pejmürde sakallıya sordum, “ günlük kaç liralık yem satıyorsun” diye. Oda bana “günlük 500 liralık” dedi. Tabi bende ertesi günü, “ Beyazıt’ta bir kuş yemi satıcısı günlük 500 lira kazanıyor “ diye haber yaptım.
Bunu okuyan dönemin çiçeği burnunda Belediye Başkanı Nurettin Sözen haberi okuyunca buradaki kuşyemi satıcılarını toplatmış. O dönem bir memur aylık 75 lira maaş alıyordu. Birde o dönemden mafya varmış buralar mafyanın elinde olduğu için herkes burada yem satamazmış. Ama işin aslı doğrusu kuşyemi satan kişi tuvalet ihtiyacı için giderken orada bulunan bir meczubu yerine bırakıp gitmiş. Asıl yem satıcısı olmadığı için işkembeden atan kişi o bölgenin delisiymiş. Bende tepeden bakan dakikalık makine ile beraber resim çekmiştim. Bu anımı hala saklıyorum.
Yani bizim meslekte bu tür olaylara rastlamak ve karşılaşmak var. Bunlar unutamadığım hatıralardır. Aradan 37 yıl geçse de anımızı sizlerle paylaşmak istedim.