Dünyada ezilenler hep Müslümanlar, ezenler ise hep ecnebiler. Bakıyoruz Osmanlıya bile ecnebiler gelmişler Padişaha bile Şeyhul İslam olmuşlar. Sebebi ise Müslümanları nasıl yok eder masum durumuna sokarak yok ederiz düşüncesi taşımışlardır. Hala benim içimde bile bana değmeyen yılan bin yaşasın diye masum ve ezilen müslümanın yanında yer almayanlar var. Neden Müslüman zayıfın yanında yer almaz diye düşünüyorum. Demek ki yeterli kemale ermeyişimizdendir. Bir Müslüman’a düşen görev zalimin karşısında mazlumun yanında olmaktır.
Bir kabadayı, bir zayıf genci tartaklıyor olsa siz de bu olayı görseniz ne yaparsınız?
Başınızı çevirir gidermişiniz? Yoksa bu zayıf genci kurtarmak için uğraşır mısınız? Bir soyguncu veya bir dolandırıcı bir garip insanı soymaya ve elindekileri almaya kalkıştığını görseniz…
“Bana ne. Beni sokmayan yılan bin yıl yaşasın” der, bırakır gider misiniz? Yoksa bu garibi soyguncunun elinden kurtarmaya mı çalışırsınız?
Sigaranın, içkinin, uyuşturucunun ne büyük bir bela olduğunu duyduğunuz ve bildiğiniz halde, bu kötü yola düşmeye namzet bir gençle karşılaşsanız ona,
“Aman, kardeşim. Sakın bu yola düşme…” mi dersiniz, yoksa ilgisiz mi kalırsınız?
Bu ve benzeri örnekleri artırabilirsiniz. Biz tarih boyunca hep zayıfın, mazlumun yanında olmuş bir milletiz.
Zayıfın karşısında, onu ezmeye çalışanlara, mazlumun karşısında ona zulmedenlere karşı gerekirse malımızla ve canımızla savaşmışız, ölmüşüz veya öldürmüşüzdür.
Osmanlı devleti kurulması esnasında, Selçuklular Bilecik/söğüt taraflarında Bizanslı Rumlarla savaşırken Ertuğrul Bey savaşan iki ordudan zayıf tarafa yardımcı olmuş ve onların galip gelmelerini sağlamıştı.
Zayıf taraf Selçuklu beyleri tarafı olduğu sonradan anlaşılmıştı. Bu âlicenap (üstün ahlak) hareket, Selçuklu hükümdarı tarafında ödüllendirilmiş ve kendilerine bu bölgeler bir emirlik olarak verilmişti. İşte bütün cihana 900 yıl hâkim olacak olan ecdadımız Osmanlı böyle kurulmuştu. Onlar, Batılılar gibi sadece çıkarlarını düşünen, kendi çıkarları için bütün insanlığı yakan insanlar değillerdi.
Bu önemli insani değerleri onların, bütün insanlığın kalbinde taht kurmalarını sağladı ve çoğu kale kapıları, zorlamalarla değil kendiliğinden açılıverdi. İstanbul feth edileceği sırasında Bizanslı Rum’lar;
“Biz kardinal şapkası görmektense, Müslüman sarığı görmeye razıyız” diyerek şehrin kapılarını Osmanlı atalarımıza açıverdiler.
Peygamberimiz (s.a.v) maruf (bilinen) bir hadis-i Şerifinde;
“Bir kötülük görürseniz onu elinizle düzeltin. Elinizle düzetemiyorsanız, dilinizle düzeltin. Dilinizle de düzeltemiyorsanız ona kalbinizle buğuz edin (kınayın). Ama bilin ki bu sonuncusu, imanın en zayıf olduğu haldir” buyurmuştur.
Bir başka hadis-i Şeriflerinde Peygamberimiz; “Bir Mü’min kabre konulduğunda ona azap melekleri öyle bir şiddetle vururlar ki kabrin içi ateş dolar. Bu Mü’min meleklere sorar.
Bana niçin vuruyorsunuz? Ona denir ki;
Sen abdestsiz namaz kıldın ve veya bir zulmü gördün de onu mani olmadın. İşte Onun için sana vuruyoruz” derler. Ramüz-ül ehadis.
Bu ceza “Ben Mü‘minim veya ben Müslüman’ım” diyenlere…
Ya Müslüman olmadan ölenler veya mü’min oldukları halde namazlarını kılmayanlara verilecek
cezayı tahayyül bile edemiyorum.
Bir haksızlık yapıldığına şahit olduğu halde o haksızlığın yapılmasını önlemeyenler. Ya da haksızlık yapanların yanında ona destek olanlar. Onu eliyle, diliyle, malıyla veya oyu ile destekleyenler…
Yolumuzu çizerken, onu mutlak doğrulara göre yönlendirelim. Nefsimize ve şeytana uyup, güçlü ama zalim, kuvvetli ama hain, makam sahibi ama ikiyüzlü adamların yanında yer almayalım.
Karşılaştığımız kötülüklerin kapısını kapatalım, iyiliklerin kapısını açalım.
Eğer bütün toplumumuz bu özellikte olursa o zaman kötülüklerin kapıları kapalı olur. Ve o zaman ne senin evladın, ne de benim evladım bu kötülüğü düşer.
YORUMLAR