Yazılarımı ben genelde gece geç saatlerde yazarım. Partilerin aday belirleme sürecinde olması nedeni ile kamuoyunu yanıltmamak ve yönlendirmemek adına adaylar belirlene kadar bu konuya girmemeye çalışıyorum. Dolayısı ile bu sefer bizim yazı alanımız daralıyor. Biliyorum ki, okurlar bu sürede bizden kim aday olacak veya kimler önde tüyoları bekliyorlar. Ama inanın hemen hemen üç aşağı beş yukarı bir kaç aday adayı ile ilgili tahminlerimi bazı dost ve arkadaşlarla paylaşıyorum.
Ama aday adaylarının çoğunluğu tanıyıp sohbet ettiğim arkadaşlar. Onun için sessiz kalmayı tercih ediyorum. Bu yazıyı yazmadan önce bir konu belirlemedim. Aslında biz yazarlar bir cümleden bir makale çıkarırız. Bu sefer aklıma bir şey gelmedi. Biraz televizyonda safari belgeseli izledim.
Sonra bilgisayarın başına geçtim gelişi güzel takılıyorum, baktım mahzuni Şerifin, “ nem kaldı” türküsü eşliğinde eski gelenek ve göreneklerimizle ilgili resimler slayt yapılmış. Bir kaç defa izleyip eskileri hatırladım ve bana bir konu çıktı. Çocukluğumu hatırladım ve eski adetleri özledim desem yalan olmaz.
Bir gün öncede bizim meşhur lokantacıların ustası Kent Lokantasının sahibi Ramazan Öztürk ağabeyin oraya uğradım. Çanakta yaptığı kuru fasulyeyi görünce canım çekti. Ama nefis yapmış tabi tandırda ki çömlek fasulyesine yakın lezzet var. Ama yerken çocukluğumdaki yufka ekmekle fasulye yediğimiz aklıma geldi ama yufka yoktu.
Eskiden her şeyin tadı tuzu vardı, yemeklerin, örf ve adetlerin kaybolduğunu görünce, dostluğun, samimiyetin, komşuluğun, bir arada yemek yemenin, hal ve hatırların sorulmasının da kaybolduğunu görmüş olduk.
Ekmek evde yapılır, kuru baklagiller tarladan kalkar, bulgur evde, erişte, mantı evde yapılır, mayalı kendi buğdayımız dan yapılırdı. Hangi birisini sayayım ki, dışarıdan satın alınsın. Kimse dışarıdan bir şey almaz evinde yapardı.
Şimdiki hanımların bir eli yağda, diğeri balda olduğuna bakmayın. Kimsede şimdiki gibi doğal gazı bırakın milangaz ocak yoktu. Anam rahmetli memur hanımı olmasına rağmen kapının önündeki ocağı yakar yemekler orada pişerdi. Tandır yanıyorsa konu komşuda çömleğini getirir tandırda pişirirdi.
Hele Ramazan ayına ekin biçme zamanı gelirse o artık bir ayrı meşakkati. Orucunu kimse yemez, orakla, tırpanla öğleye kadar ekin biçer sonrada gelir yatarlardı. Hatta serinlemek için sık sık kafalarını suyun altına tutarlardı.
Hanımların işi daha çok zordu, ev işi, çoluk çocuk, öğleye koyun gelecek onlar sağılacak, sonrada akşama horantaya ocak yakılıp yemek pişirilecek. Küçük çocuklar acıktım diye annelerine koşacak. Anne yufka ekmeğe, ya pekmez, ya pekmez tarhanası veya beyaz pahla dürüp gönderecek. Ben şahsen bunların tamamını yaşadım.
Kış aylarında şimdiki gibi domates, biber, salatalık, yeşillik ve meyveyi kimse bilmezdi. Son bahardan kalma sebzeler samanlıkta saklanır kışın varsa yenirdi. Üzümlerde eski ılıman evlerde sapları ile asılır kışın sofraya gelirdi.
Nasıl bunları insan özlemez? Sobada patates közleyebiliyor muyuz? Soba üzerinde çekirdek kavurup yiyebiliyor muyuz? Anamın yaptığı çörekleri sobada ısıtabiliyor muyuz? Yufkayı gevretip yağlayıp peynir dürümü alabiliyor muyuz? Anamın ocağına yumurta közleyip pişirebiliyor muyuz? Hangi birisini sayayım ki.
Onun için diyorum ki, benim Anadolu insanımın yaşam ve hikayesi çok. Bunları zaman zaman yazıyorum, yazmakla da bitmez. Anadolu'nun örf ve adetleri ne zaman bitti her yerde kültür bitti. Köylerde bile o eskileri arar olduk beyler.
YORUMLAR