Bugün farklı bir yazı yazmak istiyordum, yazı ise Belediye Balkanı Sayın Haluk Şahin Yazgının eski Terminale vurduğu ilk kazmayı sizlerle paylaşacaktım. Ama ölüm bazen size Şah damarınızdan da yakın. Dün öğle sonu uzun zamandır kalp rahatsızlığı çeken Şaban ağabeyimin vefatını öğrenir öğrenmez orada olmak zorunda idik. Bu nedenle ben bugün hiç değilse vefaat olunca hatırladığımız ölümden bahsetmek istiyorum.
Biz köşe yazarlarının en büyük sorumluluğu ise böyle zamanlardadır. Bizim meslek ne acını nede tatlı gününe izin veren bir meslek değildir. Her hâlükârda yazmak durumundasınız, okurlarınız ve tiryakileriniz bu sabah ne yazmış diye size göz atar. Hele bazı okurlarınız vardır ki gazeteye bakmadan sizin yazınıza göz atar. Bunu bana çok okurum yüzüme söyleyip tebrik etmişlerdir. Bu nedenle biz acı günümüzde de olsa okuyucu ile buluşmak durumundayız. Cenazemiz gurbetten gelecekleri beklemek üzere morgda dururken bende sizlere hiç değilse ölümle ilgili yazmayı düşündüm.
Hani hizmetçinin Hz. Ömer’e, “ölüm var ölüm ya Ömer” diye ölümü hatırlattığı gibi. Bizlerde ölümü bir yakınımız ve sevdiğimiz ahir ömre gittiğinde ölümü hatırlarız. Ama yapacak bir şey yok hayat devam ediyor ve belli bir süre sonra unutur hayatımıza devam ederiz.
Uzun zamandır kalp rahatsızlığı çeken ağabeyim, son günlerinde iyi görünse de rahatsızlığı ciddi idi. Allah makamını cennet etsin ve ahir ömründe huzur içinde yatsın. Yüce Rabbim günahlarını affederek cenneti alasına alsın. Amin.
Yazımı Fatma Barbarosoğlu’nun bir yazısı ile noktalamak istiyorum.
“Henüz yaşınız 50''yi geçmediyse sevdiklerinizin arkasından ölüm yazıları yazmak ziyadesiyle güçtür. Çünkü kolaylıkla rahmetliyi anlatıyorum derken kendinizi anlatmaya başlayıverirsiniz. Çünkü siz biraz da gidenin arkaya bıraktığısınızdır. Ne kadar geriye kalan olduğunuzu görmek için zamanın sizi sınamasına muhtaç bir hamlıkta beklemek düşmelidir nasibinize. Üstelik o daha kara toprağın kara bağrında henüz solmamış bir çiçek hükmünde dururken, sizde kalanları anlatmak bak ben buradayım manasına gelebilecek bir çiğliğe teşnedir.
Hatırası en az olanlarla, gidenin arkasında bütünüyle "O" olarak kala kalmış olanlar yazarlar en kolay ölüm yazılarını. Hatırası olmayanlar için yazmak kolaydır. Klişe ifadeler, alışılmış metinler; yürünmüş yollar. Kısa yoldan "Rahmetli bana ne kadar değer verirdi" demeye gelir her cümle. Hatırası olmadığı için yazanın her mevsimden çıkıp gelecek, çıkıp gelirken hatırlayanı biraz da ezip geçecek yangınları yoktur. Ateş düştüğü yeri yakıp geçmektedir. Ölüm yazılarının vazgeçilmez kalemi su altı dalgıcı niyetine rahmetlinin hayat çizgilerinden dalıp-çıkar. Hayatta bir defa bile "karşılaşmadığı" rahmetlinin ardından hiç yaşanmamış hatıralar icat etmekte sonuna kadar özgürdür nasılsa. İcat edilmiş hatıraların kahramanı da artık bu dünyada olmadığına göre...
Gidenin arkasından bütünüyle "o" olarak kalanlar için hatıraları tekrar be tekrar anlatmaktan başka çare yoktur. Çünkü geride kalan yalnız "O"dur. Hayat ikiye ayrılmıştır. Onun ölümünden evvel ve onun ölümünden sonra. Hatıralarını anlatarak kendinden kaçmayı deneyecektir. Onun ardında kalan bir yarımdır bütün varlığı. Yarımlığını tamamlamak üzere hatıraların gah yangın, gah rüzgar esen mahzenine girip çıkacaktır bir vakit.
En güzel ölüm yazıları, zamana yenilmeyen yazılardır. Rahmetlinin kemikleri bile toprakta kalmamışken hatırlamaya devam ediş ölümü uzak bir yolculuk olmaktan kurtarır. Çizginin öbür tarafı ölüm ise, bu tarafı hatırlamadır çünkü. Hep söylenir gerçek ölüm hafızada başlayandır. Hatırlayanları varsa bedeninden azat olanlar aramızda yaşamaya devam edenlerdir.”