Özel hayatımızda nedense aynada kendimize bakmadan ve kendimizin yaşam hayatını gözden geçirmeden sürekli başkalarını eleştirir kusur ararız. Bu belki bir kıskançlık, belkide kendimizin yapamadığını başkasının yapmasına tahammül gösterememkten kaynaklanır. Aslında başkalarının özel hayatını inceleme yerine kendi hayatımızı incelesek başkalarına söyleyecek sözümüz kalmaz. Kişiliği bozuk insanlar sürekli işini gücünü bırakıp başkalarının hayat hikayeleri ile meşgül olur. Bu gün bu mesele üzerinde durmak istiyorum.
Doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin diye sıfatlar sıraladığımızda insanların karakterlerini kategorize ederken ve gerekli gereksiz bir sürü şeyin çetelesini tutarken buluruz kendimizi. “Nasıl böyle bir şey yapabilir!” deriz. “Ben olsam hayatta böyle bir şeye katlanmazdım” deriz, “Ne kadar boş şeylerle meşgul” deriz “İnsan biraz olsun çabalar da bir şeyler yapar” deriz. Sayarız, söveriz, çok nadir överiz.
Her şeyi etiketleyen halimiz bizi de yorar bir gün elbet. Hayat er ya da geç öğretir hepimize “Büyük lokma yut, büyük söz söyleme”nin ne demek olduğunu. Hor gördüğümüz, şaşırdığımız ya da onaylamadığımız bir şey bizim ya da sevdiğimiz birinin başına gelirse ya da hayat şartları zamanı gelince herkesi yerinden ediverirse, olmaz dediğimiz şey olursa, başımıza gelirse öylece kalakalırız.
Biraz daha yumuşasa yüreğimiz, empati kurmayı denesek ve biraz da ilahi adaletten çekinsek duracağız belki ama yok! Kimsenin durduğu yok. İş eleştirmeye geldi mi çok acımasız bir toplum olduğumuzu düşünüyorum. Umut ışığı var tabii ama ancak kendimizi biraz zorlayabilirsek...
Sanırım her şeyden önce, herkesin bir hikayesi olduğunu unutmamamız gerek. Bizimkine benzemeyen, birçok açıdan bizimkiyle hiçbir şekilde örtüşmeyen bir hikayesi, yetiştirilişi, kültürü, maddi durumu, çevresi ve eğitimiyle şekillenen, hayatının sunduğu tecrübelerle yoğrulan bir gerçeği var. Hayatta başına gelenlerle geçmişte nasıl baş ettiği bugünkü inançlarını ve seçimlerini yönlendirir kişinin. Belki de kendine bile itiraf edemediği zayıflıkları vardır, kim bilir? Ben çok güçlü görünen birçok insanın, içinde ne nenli kırılgan olduğuna çok şahit olmuşumdur, ya siz? O yüzden, nasıl olur ya da nasıl yapar demeyin. Bir açık kapı bırakın hep.
Her yönuyle her şeyi her açıdan bilemeyeceğinizi göz önünde bulundurun ve acımasızca eleştirmeyin kimseyi. Birlikte olmak istemiyorsanız ama ilişkinizi kesemiyorsanız belki daha az zaman geçirmeyi deneyebilirsiniz o kişiyle. Ya da paylaşımlarınızı sınırlayabilirsiniz. Yeter ki, sırf sizinle aynı çizgide değil diye ya da sizin doğrularınızla çelişiyor diye o insanı “yanlış” bir insan konumuna getirmeyin. Bu tavrın, ardında aslında ne büyük bir kendini beğenmişliği gizlediğinin farkına varın. Siz doğru, o yanlış? Bu kadar katı olmayın. Farklı bir tercih, farklı bir görüş olarak değerlendirin onun açısını. Belki anlam veremediğiniz, yadırgadığınız bir açı ama belli ki bunu da barındırıyor hayat. Çeşitlilik olarak görün bunu, yaşamın “demokratik” düzeni olarak. Kendi bildiğinizi “dikte etmeyin”. Unutmayın, diktatörler sevilmez.
Kesin tanımlamalar ve ifadeler kullanmaktan kaçının. Dost sohbetlerinde eleştiriler başlarsa nazikçe konuyu “yumuşatın” ya da en azından siz de katkıda bulunmayın. "Vardır bir bildiği” deyin. “Bilmediğimiz bir sebebi olabilir” deyin. “Kim bilir?” deyin.“Bir elin beş parmağı bile bir olmuyor” deyin. “Her şey insanlar için” deyin.
Siz siz olun, içinizdeki yargıcı biraz daha az dinleyin, daha çok sevin, daha sık gülümseyin.
YORUMLAR