Geçtiğimiz günlerde sılayı rahim yaptım, ardından da çocuklarla şehir dışı yaparak dolaştım. Hani şehirde bize yerli malı diye yutturdukları sebzeler var ya, inanın onların ekserisi hormonlu. Çoğu zaman Akdeniz ve Egeden getirilen domates ve biberleri yerli diye satarlar. Ama köylü bacılarımızın getirip pazarda sattıkları tamamen doğal sebzelerdir. Zaten bunları yerken kokusundan fark ediyor ve anlıyorsunuz.
Sılayı rahime giderken Yalnız Ceviz köyünden geçerek Ekeciği dolandım. Çoktandır buradan gitmiyordum, doğayı da özlemiştim. Birde benim torun küçük Erdoğan hayvanları çok sevdiği için geçtiğim köylerde ona hayvanları göstermekti.
Eski adıyla Karamehmet’ten geçip susadı ya doğru ilerledim. Çevreye baktım kuraklık son safhada, çeşmeler kurumuş musluklardan tık yok. Yamaçtaki ağaç altlarında hayvanlar yatıyor, sular yok, ot yok.
Susadı ya girdim orada bir Selçuklu Camii var, ne bakan var nede gören var. Aslında buranın üçte ikisi ayakta duruyor tadilat görüp ayağa kaldırılması lazım. Bu caminin çok büyük tarihi ve geçmişi var. Ben bu camimizi yazdığım Aksaray tarihine alıp geniş yer verdim.
Susadı dan Tatlıca köyüne iniyorum, çocukluğum aklıma geldi. Susadı ile bizim köyün arası her yaz tamamen sebze olurdu. Ekecekten akan sular sebzeleri suladığı gibi köyün içinden de akar biz çocukken bu sularda oynardık.
Şimdi baktım ne su kalmış ne de sebzeden bir eser kalmış. Bu bölgeye domates, fasulye, soğan, patates, nohut, mercimek, mısır bibi birçok sebze ekilirdi. Gelin görün ki, bunların yerinde sadece arpa nadasları var. Hele bu bölgede öyle karpuz ve kavun yetişirdi ki anlatamam. Annelerimiz buralarda gününü geçirirdi, karpuzları toprağa gömerlerdi. Ben daha iyi büyüsün diye köreldiklerini zannederdim, meğerse kargalar karpuz ve kavunları delermiş görmesinler diye toprağa gömerlerdi.
Köyde öz bağa dediğimiz bölgeler vardı hepsi kurumuş, ağaçlar kurumaya yüz tutmuş. Sadece evlerin yakınındaki bahçeler sondajlı kuyulardan sulanıp ekiliyor. Babadan kalma bir konağım var, büyükte bahçesi mevcut. Bahçedeki meyve ağaçları yeraltı suyunun yetersiz olması nedeni ile kurumaya başlamış. Kuyulardan çıkan suyla ancak sebzeleri sulayabiliyorlar.
Biraderin ektiği doğal sebzelerden yedik, inanın mis gibi kokuyor. Yolda gelirken şöyle bağlara baktım, Susadı’nın bile birçok üzüm bağları vardı tamamı nadas olmuş kurumaya ve bakımsızlığa terk edilmiş. Bazıları da sökülüp tarla haline getirilmiş. bizim köyün yukarı girişindeki yüzlerce bağlarda tarlaya dönüşmüş.
Hâlbuki bizim köy bölgenin üzümüyle meşhur köyü, isminde pekmezin tatlılığından almış. Soruyorum köyün altındaki bağlarında ekserisi hozan olmuş bakımsızmış. İnanın hala içimde bir bağa bakmak ve ara sıra oraya gidip bağdan üzüm koparmak içimden geliyor.
Hangi yakınımızın evine gitti isem bol salatalık, domates ve biberle dolu. Tabi bize yapılan ikramları tattık, çok nefis kokusu var. Köyün içine baktım kim kimse yok, birkaç yaşlı ve boş olan insan cami avlusunda oturuyor.
Koskoca köy belki bir araya toplasanız bir ilçe olacak nüfusa sahip, ama herkes dağılmış nüfusu azalmış. Köyün ekserisi yurt dışında bulunuyor, şuanda nerede ise tamamı izindeler ama köyde kimse yok. Onlarda şehirden ev almışlar şehirde oturuyorlar. Hâlbuki çoğu insanlar şehirden köye kaçıyor, temiz hava ve oksijen alalım diye. Ben bile inanın gönlümden yazları bahçeye bir prefabrik ev yapıp orada kalmayı istiyorum.
İnsanlar temiz havayı bırakıp beton yığınları içine gelmeyi marifet saydığına bakmayın hayat artık kırsalda güzel. İnsanlar bir ay izinlerini beton yığınları içinde geçirmek yerine temiz havada geçirmeyi denemeliler. Belli bir yaştan sonra insan böyle sakin ve temiz havayı inanın özlüyor. Ben şahsen artık beton yığınları içinde sıkılıyorum.
Ben kendi köyümden misal verdim ama bütün köyler bu hale gelmiş. İnsanlar hazır yemenin peşine düşmüş, rahatlık peşindeler. Şu doğal sebzeleri yüz metre kadar yer olsa da ekip yemek varken hormonlu sebzeleri yiyerek iyice sıhhatimizden olduk. Ama ben haftanın en az iki gününü böyle yerlerde geçirmeyi düşünüyorum. Tabi Cenab-ı Mevla’m sağlık sıhhat verirse.
YORUMLAR