Öyle bir döneme geldik ki, benim gibi kuşaklar şehirden köye kaçmak isterken, yeni nesilde köyden şehre kaçmak istiyor. Hatta yeni evlenecek genç kızlar artık köyde oturan gençlerle evlenmek istemiyor. İnanın bazen her şeyi bırakıp şöyle kırlarda, çimenler üzerinde, yaprakları dökülen ağaçlar altında ve toprak ananın olduğu yerlerde gezip çocukluğumu yaşamak istiyorum. Bahçelerde büyüyen pancarlardan tekerlekli kağnılar yapıp sürmek istiyorum. Artık beton yığınları beni mutlu etmiyor, mutlu olmuyorum. Ama hayat şartları bizi bu hayattan bırakmıyor.
Anamın ekmek tandırında pişirdiği o fasulyeleri koklayarak yemek istiyor insan. Ne yediğimizin tadı var nede aldığımızın tadı var.
Stres ve psikolojik rahatsızlıklar inanın artık çağın hastalığı olmuş. Hastanelerde baksanız en çok psikiyatri uzamalarının önünde yüzlerce hasta kuyrukta. Çoğu genç ve yeni evlenen gençler. Nedeni ise şehir hayatından mutsuzluk ve istediğini elde edememek.
Aslında gençlerimiz bir bilse şehir hayatının ne kadar zor ve meşakkatli olduğunu. Hayatın güzelliğinin şehirde olduğunu zannediyorlar. Ama bir gün şehirde sıhhat ve hayatın olmadığını elbet görecekler.
Onlar zannediyor ki kemer ede oturmak fakirlik ve geri kalmışlık. Apartman betonları arasında oturmayı modernlik zannediyorlar. Halbuki buralar modern hapishanelerdir. Buradaki yeşillik ve çiçekler doğallıktan uzaktır.
Şehir hayatının zorlu yorucu ve gürültülü ortamında insan hep bir huzur arıyor. Bu huzuru da genelde doğa ile iç içe olan mekânlarda bulabiliyor. Peki, insan huzuru neden doğa ile iç içe olan mekanlarda bulabiliyor? Bunun sebebini hiç düşündünüz mü? Belki insan geldiği toprağı ve bir parçası olduğu doğaya özlem duyuyor olamaz mı? Evet, evet ! Kesinlikle özlem duyuyor.
Günümüzde şehirleşmenin hızla artması ve köy hayatının kaybolması insanları stres ve sıkıntıyla baş başa bırakıyor. İnsan bir özlem duyuyor taşa, toprağa, ağaca. Oysa şehirde sadece gürültü var ve beton yığını var. Yapmacık sözde parklar ve ağaçları ben doğanın bir parçası bile saymıyorum. Çünkü insana bir lezzet vermiyor ne yazık ki.
Köy hayatının kaybolmasıyla organik gıda da yiyemez olduk. Çocukluğumda yediğimiz ne varsa organikti nerdeyse. Kış ayında domatesi görmek garip gelirdi bize. Ama zamanla alışır olduk kışın domates yemeye. O hormonlu domatesler nimete küfür gibi olmasın aynı saman gibi. Dışı şişirilmiş parıl parıl parlıyor. İçinde bir damla su yok. Tat yok. Tuz yok. Ara sıra köyüme gittiğimde köy domatesi yeme şansı bulurum. İnanın yemek yemeye gerek yok. Domates ekmek yeseniz lezzetine doyamazsınız. Domatesi ilk ısırdığınızda eğer acemi iseniz muhakkak ya üstünüze domatesin suyu sıçrar ya da ağzınızdan suyu akar. Domates böyle olmalıdır.
Köy yumurtası da çok aradığım yiyeceklerden. Normal yaşantıda (daha doğrusu normalleşen yaşantıda) yumurtalar küçücük ve tatsız tuzsuz. Yumurta kırıldığı zaman veya piştiği zaman kokuyu bile zor duyuyorsunuz. Oysa köy yumurtası kırıldığında evin içini bir yumurta kokusu kaplar. Kolay kolay da çıkmaz bu koku.
Gerçekten nereden geldiğini unutmuş insanlar olarak topraktan, doğadan uzaklaştık. Oysa sağlık toprakta, doğada. Sağlık köy hayatında. Ama dışarıdan bakıldığında sanki köy hayatı sefillik gibi düşünülür. Oysa sağlığın kaynağıdır.
Temiz havayı köylerde rahatlıkla solursunuz. Duman yok, is yoktur köylerde. Bu da sağlık için çok önemlidir.
Gariptir köydekiler de şehir yaşamına özenirler. İşte bu özenti insanlığı bu hale getirmedi mi? Bundan fazla değil 30 sene kadar önce bu ülkede ekmek fırını çok azdı. Çünkü herkes kendi ekmeğini kendi yapardı. Şimdi köylere bile fırınlar açılıyor. Artık insanlar üretmek istemiyor. Hazırı istiyor. Hal böyle olunca da çalışmayan vücutlar, şehir hayatına dayanamıyor. Hastalıklar, stres baş gösteriyor. Bir huzur arıyor.
Soruyorum size istemez miydiniz şimdi çıplak ayakla çimenlerin üstünde yürümeyi ?
YORUMLAR