Tarih boyunca yetişkinler; gençlerden hep şikâyetçi olmuş, onları eleştirmişlerdir. İnsan, kendisini başkalarının gözünden görebildiği zaman en iyi şekilde değerlendirebilir. Dolayısıyla eleştiriye maruz kalan birey, olaylara “dev aynasından” değil de toplumun aynasından bakabildiği vakit kendisini düzeltebilecektir. Ancak bu da değer sahibi bir toplum ve ebeveynle mümkündür. Yoksa değerlerin olmadığı bir aile ve toplumda büyüyen bir birey bu eleştirilere kulak asmayıp hayatına bildiği gibi devam edecektir. Gençken ben de bu olumsuz eleştirilere maruz kalıyordum. Ancak ben, bu eleştirileri kulak ardı etmiyor, bunlardan ders çıkarıp bir tık daha iyi bir düşünce ve hareket tarzı oluşturmaya çalışıyordum. Şimdi gençlere yönelik yapılan eleştirilere kısaca bir göz atalım.
Milattan önce 800 yılında Hesiod “Günümüz gençleri öyle umursamaz ki ileride ülke yönetimini ele alacaklarını düşündükçe umutsuzluğa kapılıyorum. Bizlere ‘büyüklere karşı saygılı olmayı, ağırbaşlı olmayı’ öğretmişlerdi. Şimdiki gençler kuralları boş veriyorlar. Çok duyarsızlar ve beklemesini bilmiyorlar.”
Milattan önce 399 yılında Sokrates “Günümüzün çocukları lüksü seviyor, kötü davranışları var, otoriteye başkaldırıyorlar, yaşlılara saygıları yok, çalışmak yerine laklak etmeyi seviyorlar. Çocuklar artık evlerinin hizmetçisi değil, tiranı… Anne babaları odaya girince ayağa kalkmıyorlar, onlara itiraz ediyorlar, destek olma yerine laklak yapıyorlar, şapır şupur yiyorlar, bacak bacak üstüne atıyorlar, öğretmenlerine zulmediyorlar.”
Milattan önce 350 yılında Aristo “Bugünlerde gençler kontrolden çıkmış durumda. Kaba bir şekilde yemek yiyorlar, Yetişkinlere karşı saygısızlar, ebeveynlerine karşı çıkıyorlar ve öğretmenlerini sinirlendiriyorlar”
Bunun gibi sayısız örnek verebiliriz. Hatta bunlardan çok daha eski zamanlarda Milattan önce 2500 yılında Sümer tabletlerinde "Gençlik nereye gidiyor; yeni nesil tembel, bencil, saygısız ve ilgisiz." şeklinde bir yazı vardır.
Bu olumsuz eleştirileri yapanlar toplumun nabzını tutan dönemlerinin meşhur düşünürleridir. Bunların eleştirileri ciddiye alınmamış olacak ki yaptıkları bu tarz eleştirilerden kısa bir süre sonra toplumları yozlaşarak tarih sahnesinden çekilmiştir.
Toplumlarının nabzını bu kadar gerçekçi değerlendirip reçeteler sunan düşünürlerin olduğu toplumlar bile yozlaşmışken düşünür ve reçete namına yetim bırakılan günümüz toplumlarının halini düşünemiyor insan. Türkiye’deki toplum dahil dünyadaki toplumların büyük kesiminde yetişkinlerin iyi bir okuryazar olmaması, bir şeyler tüketirken eleştirel gözle bakmaması, olayları sadece kendi süzgecinden geçirip toplumun geri kalanı adına endişe duymaması geçmiş toplumların yaşadığı akıbete götürmekte bizi. Dolayısıyla günümüz gençleri için de yapılan benzer eleştirileri görüyor ve her zaman “çuvaldızı başkasına batırmadan önce iğneyi kendisine batırmayı” şiar edinmiş biri olarak ben, ebeveynlerin ve günümüz toplumunun gençlere yönelik olumsuz eleştirilerini kabul etmeyip gençlerden taraf olduğumu belirtmek isterim.
Günümüz gençlerinin içinde bulundukları durumun en büyük sorumlusu maalesef yetişkinlerdir. Hem aydınlar hem de halk, kolaycılığa kaçarak günümüz gençlerinin bencilliğinden, asosyalliğinden, milli ve manevi değerlerine yabancılaşmasından şikâyetçiler. Fikir adamları da halk da bu konuda üzerine düşen sorumlukları yerine getirmedi. Gelinen durum karşısındaysa herkes sonuçlardan şikâyetçi, kimse sebepler üzerinde konuşmak istemiyor.
Bu ülkede önce fikir adamları (aydınlar) kendi gelenek ve göreneklerini, milli ve manevi değerlerini dışladılar. Zamanında denenmiş, birçok lider ve dâhi ortaya çıkaran çocuk eğitim yöntemlerini bir kenara bırakıp-aslında kendilerinin de tam olarak anlamadığı-yabancıların yazdığı kişisel gelişim kitaplarının çevirisini yaptılar. Bu kitapları okuyan gençlerden her şeyi yapabileceğine inan, kendinden başkasını düşünmeyen, fedakârlık nedir bilmeyen, narsist, bencil ve hedonist kişilikler türedi. Fikir adamları çeviri ile zaman harcayacaklarına yeni gelişen kitle iletişim araçlarını (sosyal medya, çevrimiçi oyunlar) tanımaya zaman harcasalardı hem gençleri daha iyi tanımış hem de kültür emperyalizminin gençlerimiz üzerindeki kötü emelli planlarını daha iyi görmüş olacaklardı. Yabancı kaynaklara bu kadar zaman harcanmasından dolayı yabancı terimler ışık hızı ile hayatımıza girmeye başladı. Gençlerimizi belirli kalıplara sokmak adına, belirli dönemler arasında olan gençlerimize bir ad takıldı(X kuşağı, Y kuşağı, Z kuşağı gibi). Bu kuşakların özellikleri televizyonlarda, gazetelerde, sosyal medya sitelerinde sürekli anlatılarak gençlere bu özelliklere sahip olmaları gerektiği telkin edildi. Her taraftan propaganda ve manipülasyona maruz kalan gençler kendi kişiliklerini dışlayıp bu ithal kuşakların özelliklerine özenmeye başladı.
Televizyonların hayatımıza girmesiyle beraber televizyonun olduğu bir mahalledeki herkes, günlük planlarını Brezilya dizilerine (Hayat Ağacı, Zenginlerde Ağlar, Maria) göre yapmaya başladı. Bir nesil bu dizilere özenerek yetişti ve bu özenti rüzgarına kapılanların çoğu da o dönemin ebeveynleriydi. Bundan sonra sabah programları başladı. Toplumdaki extrem olaylar bu programlara konu edildi. Çoluk çocuk ailecek bu programlar izlendi. Öyle şok edici olaylar konu ediliyordu ki artık bunları izleyen çocukların zihinlerinde bir şeyi yapmanın tek ölçütü, onu yapabilmek oldu. Belirli yarışma programlarına, tartışma programlarına en temel iletişim becerilerine bile sahip olmayan, bir konu hakkında tartışmayı, fikir alışverişinde bulunmayı bilmeyen insanlar özellikle çağrıldı. İnsanlar o kadar çok seviyesiz tartışmalara şahit oldu ki artık edebiyle konuşan, karşısındaki kişinin fikirlerine saygı gösteren biri “ezik” olarak algılanmaya başlandı. Bugün gençlerden şikâyetçi olan anne babalar, aslında şikayet ettikleri meseleleri kendilerinde barındıran ve bunlarla bir nesil yetiştirdiklerinin farkına bile varamayan, yozlaşmış kişilerden oluşuyor. Yozlaşan ebeveyneler de haliyle yozlaşmış bir nesil yetiştirecektir. Bundan dolayı yetişen her yeni nesil, bir öncekini aratır olacaktır.
Günümüzde de durum maalesef aynı. Çocuklardan şikâyetçi olan anne babaların kafası sürekli telefonda. Artık çocukları gözlemleyen, onlar ile sohbet eden, onlara yaşadıkları olaylardan bahseden, geçmiş ile günümüz arasında köprü vazifesi gören anne babalar çok azalmış durumda. Hayatı dışarıda iş, evde ise sürekli olarak cep telefonu olan sinirli, gergin anne babaların tavsiyeleri doğal olarak hiç ciddiye alınmıyor. Çocuklarını ve onların davranışlarını gözlemlemeyen aileler, çocukları ile ilgili çok ciddi sorunlar yaşamaya başlayınca durumun farkına varıyor. Oysa çocuklarımızın sorunlarına bakışımız bir pilotun uçağını kaldırmadan önce yaptığı bakım ve gösterdiği özen gibi olmalıdır. Uçak havalanmadan önce gerekli tüm kontroller yapılmalı ve sorun çıkarabilecek yerlere müdahale edilmelidir. Çünkü uçak havalandıktan sonra çıkan bir arıza büyük olasılıkla uçağın yere çakılmasına sebep olacaktır. Aynen bunun gibi çocukların alışkanlıklarını, derslerini, arkadaş çevresini gözlemleyip çıkabilecek sorunlara önceden müdahale etmek lazım. Maalesef öyle yapılmıyor. Anne babalar sosyal medya siteleri ve televizyon ile o kadar vakit harcıyorlar ki çocuklarının kişisel özelliklerini dahi bilmiyorlar. Büyük sorunların habercisi olan küçük sorunlar ortaya çıktığında ise cep telefonları adeta anne babaların elindeki sihirli değnek oluveriyor. Canı sıkılan, yaramazlık yapan, yemek yemeyen çocuğun eline telefon, tablet, dizüstü bilgisayarı verildi mi bütün sorunlar çözülmüş oluyor.
Sözümü bitirirken şu acı durumu da ifade etmek isterim: Eskiden dedelerinden ve ninelerinden masal ve hikaye dinleyerek yetişen çocuklardan kendileri de telefon bağımlısı olup torununu telefonla avutan dedelere ve ninelere kaldık. Bu konuda çalışan birçok anne-baba ile sohbet ettim. Dedesi ve ninesi tarafından bakılan çocukların çok büyük bir kısmı zamanın büyük bir bölümünü cep telefonuyla oynayarak veya televizyon izleyerek geçiriyor.
Çocuğa baktığını iddia eden dede ve nineler, ebeveynlerin bu konudaki hassasiyetini neredeyse hiç ciddiye almıyorlar. Büyüklerinden dinlediği hikâye ve masalların hayatında çok derin izler bıraktığı biri olarak söylüyorum bunları. En değerlileri tarafından kendileriyle yapılacak sıcak bir sohbetin, güzel bir muhabbetin yavrularımız üzerinde nasıl bir etki bırakacağını, sonraki hayatlarını nasıl şekillendireceğini görmezden geliyor, umursamıyoruz. Çalışan anne ve babalar bundan sebep çocuklarını ailelerine değil, yabancı kimselere veya kreşe vermek zorunda kalıyorlar.
Uzun sözün kısası biz büyüklerin kendimize sorması gereken bazı sorular var:
Anne baba olarak günde kaç saatimizi televizyon ve internet başında harcıyoruz? Anne baba olarak günde kaç saat çocuklarımızı gözlemliyoruz?
Anne baba olarak telefon günün belli zamanları mı elimizde yoksa her istediğimiz an telefon ve televizyona bakabiliyor muyuz?
Bu sorulara samimi olarak vereceğimiz cevaplar ve bu cevaplar doğrultusunda alacağımız kararlar, öncelikle çocuklarımızın sonrasında ise toplumumuzun kalitesini ve geleceğini belirleyecektir. Selam ve dua ile...
YORUMLAR