ana toplum gövdemiz
muhafazakâr.. muhafaza ve kâr..
iktidar nimetleriyle tanışmazdan önce
bildiğiniz muhafazakâr.. bir parça da olsa
'tanıştığı dinî ve ahlâkî değerleri'
'muhafaza' etmeyi 'kâr' bilen.. ancak
iktidar gücü ve nimetleriy!e tanıştıktan,
onlarla bi'güzel halvet olduktanberi
'tanıdığı yeni değerleri'
'muhafaza' etmeyi 'kâr' bilen
'yeni muhafazakâr'lar türeyiverdi..
artık gerilerde bıraktıkları
manevi/dinî ve millî değerlere "elveda"
yeni tanıdığı değer!ere,
iktidar gücü ve nimetlerine "merhaba"
muhafazakâr değerlere basarak
yükseldikten sonra ayakları yerden kesilenler,
'yeni muhafazakâr'lığa geçseler bile
değerleriyle özde ilişkilerini kesiyorlar ama
sözde ilişkilerini devam ettiriyorlar.. ki,
establishment/kurulu düzen(!) kesintiye uğramasın..
kendileri uçtuğu gibi yakınları,
yanaşanları, yalakaları, yalakavukları da
yakınlık derecesine göre ayakları yerden kesiliyor,
kanatlanıp uçuyor, dünlerde sürünürken..
. bu yolda uçuş!a birileri mi engel,
'ülke uçuşuna engel oluyor' diye göster,
tut kolundan götür at, bir de üstüne alkışlat..
. 'uçuş'a dinî yasaklar mı engel oluyor,
bul bir fetbaz, al bir fetva, hurraa.. hepsi buymuş(!)..
iktidara taşınma öncesinde
muhafazakâr denince saygınlık gelirdi akla..
iktidara taşındıktan sonra
çıkarları adına eğilip bükülen,
kirli işleri için hep bi'çıkış yolu bulan,
güvenilmez bir insan profili akla geliyor artık..
niye'sine bir-iki cümleyle değinelim:
önceleri muhazakar kesimde
"değerler" merkezli hassasiyetler öndeydi..
henüz tanışmadıkları iktidar gücü ve
imkanlarıyla tanışıp bir de tadına varınca
iktidar olmanın nimetler! öne çıkmaya,
değerler gerilere atılmaya başlandı..
"değerler"e sadık kalındığında
nimetlerin(!) sınırlı kalacağı görülünce
değerler dooğru rafa, hem de görünmeyen yere..
ezcümle,
"değerler merkezli yaşam biçimi" yerini,
"nimetler merkezli yaşam biçimi"ne bıraktı..
yeni yaşam biçimi,
inanç biçimine dönüşmeye,
yaşadığı gibi inanmaya başladılar..
bu suretle yozlaşma sürecine girilmiş oluyordu..
sürecin merkezinden gözlemimizle..
hz.ömer'in,
"inandığınız gibi yaşamazsanız
yaşadığınız gibi inanmaya başlarsınız"
öngörüsü feraseti gerçeğe dönüşüyordu..
"değerler" unutuluyor, yerini "nimetler" alıyordu..
belki yüzyılda yaşanabilecek yozlaşma,
iktidar gücü ve nimetleri sayesinde
kısa sürede gerçekleşiyordu..
lord acton'ın,
"güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır"
sözü bir kez daha doğrulanıyordu..
bu yozlaşma sürecinde
başat rolün sahibini araştırdığımızda
ilginç bi'durumla karşılaşıyoruz..
gelişmiş ülkelerde
liderlerin ayakları yerde,
ne kendileri uçuyor,
ne yakınlarını uçuruyorlar
ama ülkelerini zirveye taşıyorlar..
az gelişmiş veya gelişmemiş ülkelerde ise
liderlerin ayakları yere basmıyor,
hem kendileri uçuyor,
hem yakınlarını uçuruyorlar..
ülkeleri ise yerlerde.. kimin umurunda..?
E-Posta: [email protected]